Pazar, Eylül 03, 2006

Gerçek mi?



Aynı sitede olduğumuz arkadaşlarla haftasonu buluştuk...

Tabir-i caiz ise; yedik içtik eğlendik.

Bir sonraki buluşma Sapanca'da. Hem de pikinikte...

Pazartesi, Ağustos 14, 2006

Karasu - Sakarya

Karasu - Sakarya
Aug 14, 2006 - 9 Photos


Gunluk kacamak yaptigim yerlerden biri. Sakarya sehir merkezine 45 dakika uzaklikta. Ozsu Tesisleri diye kucuk bir isletmede kaldim. Havuzunda daha fazla zaman gecirdim ama yine de fotograf karelerine, deniz yansidi.

Perşembe, Temmuz 20, 2006

Gümbet ve çikolatam


Dergi yazıları, SDN derken kısa bir tatil yapma şansım oldu. Daha önceden Güvercinlik'te yaptığım tatili bu sefer Gümbet'e taşıdım. Bağevleri'nde geçen zaman hem dinlendirici hem de eğlenceli geçti diyebilirim. Hele ki oteldeki çikolatam Jasmine ile çoook eğlendik.

Pazartesi, Haziran 19, 2006

Funda Arar - Camdan kalp


Funda Arar'ın son albümünü indirmiş kardeşim. iPod'a da yüklemiş. Sakarya'dan İstanbul'a gelirken otobüste dinlemeye başladım. Bir şarkısını dinledim ki, kalp atışlarım yükseldi, her saniyesinde mutlu oldum. Nedendir bilmiyorum ama Funda Arar'ın normal olmayan sesi (bir arkadaşınızın ya da sevgilinizin sesinin bu kadar boğuk olduğunu düşünün) beni inanılmaz derecede etkiliyor.

Şarkıya gelelim;

Funda Arar - Camdan kalp (4. şarkı olması lazım)

Ayıp olmasa yükleyeceğim buraya ama :D Emek verip de ulaşılması gereken bir şarkı :)

Pazartesi, Mayıs 08, 2006

Yaşadığı gibi ölen adam



Haftasonu dedemi toprağa verdik. Ani değildi ama yine de şok olduk. Resmi bilgi yok ama 100 yılı geride bıraktığı söyleniyor. Daha birkaç hafta öncesinde "Ayaklarım izin verse tarlamda bile çalışabilirim" diyen dedemiz, şimdi eşinin yanında.

Beni etkileyen bir diğer olay da 13 çocuğu içerisinden, babamın yanıbaşında can vermesi. Babamdan tekrar takrar dinledim nasıl vefat ettiğini. Anlatırken huzurluydu babam. Çırpınmadan, sesini çıkarmadan, işaret ederek ve dua ederek usulca geçmiş, gitmiş.

Cenazesini köyümüze götürdük aynı gün. Yemyeşil dokusu, mis gibi havasıyla köyümüz bile huzurluydu cenazemize gelen onca insan gibi. Ve babanemin hemen yanına defnettik sevgili dedemizi.

Dedem çok çalışkandı. Kendi arabasını kendisi yapmış. Ben küçücük çocukken köyde kendi kullanacağı eşyaları yaptığı bir de küçük odasını hatırlıyorum. O oda halen kilitli. Dedem bir de askerliği çok severdi. Anlatırdı da anlatırdı. O kadar güzel anlatırdı ki, dinlemeye doyamazdık.

O günün akşamında da kardeşlerimi alıp döndüm.

Ölümün de güzeli olur mu? Olur. Herkesin içten helalleşmesi, anılarını anlatırken gülümsemeleri, evlenip yuva kuran çocukları ve sayısı da yüze yakın olan torunları...

Allah rahmet eylesin dedeciğim.

Pazartesi, Mayıs 01, 2006

Eskilerden

Arşivi karıştırırken rastladığım dosyalardan birini daha burada paylaşayım.

Radyoda program yaparken kaydetmiştim bu şiiri. Şiirlerden nefret ederim. Çok saçma gelir bana. Ama nedense güzel okuduğumu düşünürüm.

Bu şiir, albümün bir parçası. Şiir albümü hakkında kısaca bilgi vereyim; Sakaryalı bir şairin kitabı ile ücretsiz verilmesi planlanan bir albüm.

İşte onlardan biri

Geride 10 tane daha var. Zamanı gelirse onları da paylaşırım.

Cuma, Nisan 21, 2006

Kont Bilişim - Antalya Daveti

Samsung Türkiye ve Kont Bilişim'in daveti üzerine geçtiğimiz haftasonunu Antalya'da geçirdim. Majesty Beach Club'ta geçen 3 gecede ve Antalya'nın tarihi yerlerinde güzel zamanlar geçirdim diyebilirim.

Otel, bahsedildiği kadar profesyonel çalışmasa da (Türk Hamamı'na girmek için havlu istediğinizde yetkilinin elini ağzına götürüp bağırarak "Sadulaaahhhh kop lan havlu getiirrr" demesi gibi) yine de Antalya'nın diğer güzellikleri bu problemleri görmezlikten gelmeme neden oldu. İlk 2-3 gün havanın kapalı ve yağmurlu olması da bizim kötü talihimiz olsa gerek.

Kapalı havada yapılabilecek en iyi şeyi, Antalya'nın tarihi yerlerini gezdik tabii ki. Dinçer, Ecevit, Nilgün, Yeliz ve ben sırasıyla Aspendos, Düden Şelalesi, Side gibi muhteşem yerleri ziyaret ederek güzel fotoğraflar çektik.

Antalya'ya ilk gidişimdi. Tarihi mekanları, Side'de yediğimiz testi kebabını, oteldeki Türk Hamamı'nı unutmayacağım.

Birkaç resim;

Perşembe, Nisan 06, 2006

Bir konferans bir seminer

Son zamanlarda yine Blog'umdan koptum. Ama beni oldukça mutlu eden gelişmeler olduğundan dolayı burada kayıt altına almak istedim. Bunlardan ilki Marmara Üniversitesi Bilgisayar Mühendsliği Kulübü'nün daveti üzerine Güvenlik ve Hacking konulu bir konuşma için Göztepe Kampüsü'ndeydim.

Öğrencilerle yeniden bu kadar yakın olmak güzeldi. Kantinden yediğim tost ve pet bardaktaki çayın tadı, daha önceleri hatırlattı bana. Bu konferansa ait fotoğrafları kısa zaman içerisinde buraya yüklerim.

Bir diğer haber de Bahçeşehir Üniverstesi'ndeki Windows & .Net Magazine dergisinden arkadaşım Cenk Tarhan'ın yönettiği Web Tasarımı semineri idi. Katılımcıların sorularını cevaplamak üzere katıldığım bu güzel üniversitede, katılımcıların seminer saatlerinde Şahin, Aytun, Cenk ve benim oynadığımız langırtın da keyfi gerçekten güzeldi.

Daha sonra Gökhun da katıldı. Langırt tecrübesinden dolayı kendimden utandım :) Gerçekten iyi oynuyor.

Seminer'den görüntüler



Pazartesi, Mart 13, 2006

Kış bahçesi

Eve çok yakın bir kafe var. Biber Cafe. Koşuyolu'nda ama buranın bir de gerçek Koşuyolu kısmı varmış. Bu tarafta oturanlar biraz daha varlıklı kişiler olduğundan ilginç ve çok güzel şeyler yaptırmışlar halka açık yerlere. Mesela gece yarısı yolda yürürken fotoseller sizi takip ediyor ve adım attığınız yerleri takip ediyorlar. 24 saat boyunca sokakların girişlerinde ve çıkışlarında bekçiler yer alıyor. Bu bekçilerin maaşları da sokak sakinleri tarafından ödeniyor.

Burda şeker mi şeker bir de cafe var. Diğer kafelerden farkı ise bir kış bahçesinin olması. Etrafı camlarla kaplı olan bu bahçede yağmur yağarken kahvenizi ya da çayınızı yudumlamak ise bambaşka bir keyif. Bu yazıyı da bu anlardan birinde yazıyorum. İş çıkışında eve uğramadan buraya gelmek istedim. Yağmurda epeyce ıslandım ama yine de geldiğime değdi.

Kafeye girdikten sonra kış bahçesinde yer bulabildim ve üstümüze yağan yağmurun sesinden garsonu duymak bile gerçekten güçtü. Kablosuz internet hizmeti de cabası. Bu arada birkaç yazı da yazabildim.

Sanıyorum buraya sık sık geleceğim.

Cumartesi, Mart 04, 2006

Kanlıca'dan canlı yayın



Laf aramızda, yeni bir bilgisayar aldım. İhtiyaçtan. Sakarya-İstanbul arasında mekik dokurken bazen acil yazmam gereken yazıları internetcafe'lerde tamamlamak zorunda kalıyordum. Ya da SAÜ kampüsünde. Ama öğrenci olduğum için her bilgisayarı kullanmam doğru olmuyor. Tamam, bir şekilde kullanıyorum ama o zaman da tanıdıklarım zor durumda kalabiliyorlar.

Neyse İzmir'lerden bulabildiğim Dell D600 marka orta halli dizüstü bilgisayarı aldıktan sonra ilk kablosuz boğaz manzaralı internet keyfimi Kanlıca'da denemek istedim. O da ne? Kanlıca'da bir tepe var. Adını bilmiyorum. İnanılmaz bir manzarası var. Sanıyorum denizden 70 metre yükseklikte. Çıkana kadar akla karayı seçiyorsunuz. Ama manzaradan sonra o kadar yorgunluğa değdi diyorsunuz kendinize.

"Acaba olur mu?" diyerek şöyle bir ağ kontrolü yapayım derken dağın başında 5 tane ağ ile karşılaştım. ilk denemede internete bağlanabildim. sinyal gücü de çok iyi. O arada MSN, web sitesi falan derken keyifli saatler geçirdim. Akşama doğru Kanlıca'dan boğaz manzarasını izlemek ise ayrı bir keyif.

Gelecek hafta gidersem mutlaka fotoğraf çekeceğim. O zaman burda da paylaşırım.

Kablosuz internete iyice alıştım sayılır. Evde de kablosuz bir ağ kurdum. Teste gelen Asus Access Point ile evin ve bahçenin tamamında interneti çok iyi sinyal seviyesinde kullanabiliyoruz. Sanırım bu konuya kalıcı çözümler sağlayacağım önümüzdeki hafta.

Pazar, Şubat 19, 2006

Bir Pazar günü... Ve ben...

Günlerden Pazar demek, düşüncelerimi anlatmakta eksik kalır herhalde. Bu Pazar'ı asla unutmayacağım. Sabahın erken saatlerinden başlayarak anlatıyorum...

İyi okuyun...


Sabaha karşı 4 gibi bilgisayarımı kapatıp yatağıma uzandım ve saniyeler sonrasında uyumaya başladım. Gözlerimi yeni kapadığımı sanmışken, birden sızlanmalarla uyanmaya başladım. Tam bir buçuk saat geçmiş ve güneş doğmadan 10 dakika önce, yani Shift'in çiş zamanının geldiğini de öğrenmiş oldum.

Tam uyanamadan kalktım ve Shift'in kaldığı bahçe, çamurlu olur diye üzerime gündelik bir şeyler giydim ve kapıdan çıktım. Kapıyı çekmemle aklımda "Acaba!!!" diye bir şimşek çaktı. Ceplerimi kontrol ettim hemen.

Olamaz...

Aklıma gelen başıma geldi. Anahtar içeride kaldı. Ev arkadaşım Cem de yok. Daha kötüsü, telefon yok cüzdan yok ve sadece elimde köpek maması, tasma ve berbat elbiselerim var.

Kapıyı zorladım. Camları kontrol ettim ama yok. İmkansız. Bari köpeğin çişini yaptırayım, derken de birşeyler düşünürüm diye koyuldum yola. Saat 6'ya geliyor.

Yolda biraz dolaştım, köpek de çişini yaptı. Hava aydınlandı o arada ve yoldan geçen genç birine "Telefonunuzu kullanabilir miyim?" dedim.

Düşünün bir kere. Elinizde canavar görünümlü bir kurt, üzerinizde kötü kıyafetler ve sabahın ilk ışıklarında telefon kullanmak istiyorsunuz yabancı birinden. İlginçtir, adam tereddüt etti ve o arada ben de numarayı ben vereyim siz çevirin dedim durumumu anlattıktan sonra. Cem'i aradı. Sonradan güvendi mi artık nedir, telefonu bana verdi. Telefon çalıyor da çalıyor ama Cem açmıyor. Nerde olduğunu bile bilmiyorum. Tam kapanmak üzereyken Cem'den "Alo" sesi geldi. Ona durumu izah ettim ve ofiste olduğunu hemen geleceğini söyledi.

Kapı önündeki bahçede köpekle oynarken Cem de geldi ama bu sefer de başka bir şüphe. İçeride kalan anahtar olunca dışarıdan da açılmıyor bizim kapı :) Yine düşündüklerim gerçekleşti ve Cem'le beraber neler yapacağımızı düşünmeye başladık. O saatte, Pazar gününün ilk saatlerinde bir çilingir bulmanın zorluğunu düşünürken ilginç bir yöntemle (burdan bahsedip de hırsızlara davetiye vermek istemiyorum) evime girebildim...

İlk işim üzerimdekilerden kurtulup yatağa sarılmak oldu :)

Gün bitmedi daha. Akşam da bir arkadaşımın daveti üzerine Tabu oynamaya gittik. İlginç konuşmalar da olmadı değil?

Takım arkadaşım: Ben nasılım?
Ben: Süper
.....

Ben - Ayşenur, kafasını (saç ve baş demek yasak) güzelleştirmek için nereye gidiyor? (kuaförden bahsediyorum)
Takım arkadaşım: .....

Takım arkadaşım: Sen ne yiyosun şu anda?
Ben: (Sadece çay içiyorum ama) Çay yiyorum...
....

ORdan kalkıp bir başka yere gittik ve daha bir kaç dakika önce telefonumun saatine bakıp masaya bıraktım ama bakıorum bakıorum telefon yok. Herkes kalktı, bir arkadaşımızı trene bindireceğiz ama benim telefon yok piyasada. Garsonu çağırdım acaba siz gördünüz mü falan derken, kameranın bizim msaya doru baktığını görüp kameradan kayıt mı alsak acaba diye de sordum ben (evet yaptım). O arada arkadaşlar gülerek, buyur telefonunu diyerek bana o günün en büyük şoklarından birini de yaşattılar.

Oradan da kalktıktan sonra arkadaşımızı Adapazarı trenine bindirdik Haydarpaşa'da ama diğer arkadaşlardan birinin isteği üzerine tren kalkana kadar da içinde kalalım istedik nostalji yapalım diye.

İçeride sohbet koyulaştı, o konu bu konu derken, yandaki trenin hareket ettiğini gördüm. İçi boş tren neden hareket eder diye düşünürken diğer tarafa bakınca hareket eden trenin bizimki olduğunu anladım. Yanımdaki arkadaşıma hemen koşmasını ve trenden atlamamız gerektiğini söyledim. Hareket eden trenden önce ben sonra da o atladı. İnanılmaz dı. Saniyeler sonra tren de kayboldu.

Sonra mı?

Evdeyim ve bu olanları bloga yazıyorum işte...

Pazartesi, Şubat 13, 2006

Shift




Köpeğim Shift'i mecburen yeniden İstanbul'a getirmek zorunda kaldım. Bilinmeyen bir gücün bana katkısı olmasa bunu başaramazdım. İşlerin yolunda gittiği nadir günlerden birkaç tanesini yaşadım bu sayede. Şöyle ki;

Köpeği Sakarya'dan İstanbul'a getirmek için ya özel arabanızın olması lazım ya da özel bir taşıma kafesi olması lazım. Shift, hayatta taşıma kabına girmeyeceğine ve benim de özel arabam olmadığına göre bu işi halletmek için Adapazarı - Haydarpaşa trenlerinde çözmek lazım diye düşündüm.

Trene binerken yolcuların "Lan bu da mı bizimle gelecek?" diye Shift'e baktıklarını görünce biraz tedirgin oldum ama tuvalet ve itaat eğitimi alan bir hayvancık olduğundan sorun olmaz diye düşündüm. Neyse, bir şekilde trene bindik ve hemen ayaklarımın dibine oturdu. Trenin içi felaket sıcak. Sıcaktan nefret eder Shift. Hemen uyudu tabi.

Bilet kontrolleri başlarken heyecan da başladı. Adam biletin her tarafına bakarken koskoca köpeği görmedi. Shift de put gibi durdu. Kımıldamıyor. En sonunda bunu bir şekilde görecek en iyisi ben söyleyeyim dedim ve "Bu arkadaşımız da geliyor ama sorun olmaz herhalde" dedim :)

Ana! Köpek! 4 milyon ver
Köpeği görür görmez tarife çalışmaya başladı. 4 milyon istedi. Sorun olmadan bunu da halletmiş olduk. Bunun adı rüşvet ya da başka birşey... Hatta arada sırada vagon içerisinden geçerken köpeğe "Pişt, cici köpek" demekten de kendini alamadı.

Hey, Taksi!
Haydarpaşa'da indikten sonra da taksiye almak için uğraş dur. Adamlara eğitimli olduğunu anlatana kadar dilimde tüy bitti. Sağolsun Mardinli bir taksici aldı ama yolda anlattıklarından sonra keike köpekle beraber Koşuyolu'na kadar yürüyerek gitseydim dedim. Mardin'in nasıl gelişeceğinden girdi teröristlerin bilinçaltında yatan fikirlerinden çıktı.

Bunu da atlattıktan sonra sıra geldi ev sahibine.

Şeyyy...
Kapısını çaldım ve "Şeyyy. Evimize yeni birisi daha geldi. Biraz bizde kalacak. Size de soramadık ama. Umarım sorun olmaz" dedikten sonra sağolsun o da sorun etmedi ve gerekirse kendisinin de köpekle ilgileneceğini söyledi.

Bakalım daha nasıl günler bekliyor Shift ile beni.

Görüntüler en kısa zamanda burda olur.

Cuma, Ocak 27, 2006

Birand'ın saçmaları -1



Zamanımın bol olduğu zamanlar hemen hemen bellidir. Ayın belli bölümlerinde rahatsız olan kızların aksine, benim de ayın belli bölümlerinde rahat, çok rahaattt, vışşş olduğum günler var. Genelde her ayın 25'inden sonra oluyor bunlar. Merak etmeyin, metabolik birşey değil. Dergiyi matbaaya gönderdiğimiz zaman bana da en az 1 hafta kadar tatil fırsatı çıkmış oluyor.

Konuyu uzatmadan başlıkla ilgili olan noktaya geleyim. İşte zamanımın bol olduğu dönemlerden birinde, yani bu akşam... Yine Kanal D'yi açtım. Mehmet Ali Birand karşımda. Haberleri izleyeyim dedim. Adamın ana haber bültenini bir açışı var ki, içimden "Bu akşam da bana bol malzeme çıkacak" diye düşündüm.

İşte Birand'ın ağzından çıkan ve yazılanlarla bire bir aynı olan kelimeler;
  • Kara kar kabusu (Okurken; "Kaaara kaaar kaabusu" demiştir Birand Efendi. Güya "a" harfini uzatacak ama hangisini. Ama adama hak vermek lazım, denedim bende de zor oldu. Ama bana haber bülteni sun diye milyon dolarlar vermiyorlar. İsterseniz siz de deneyin.)
  • Ne kadar donacağız? Donacak mıyız? Az mı donacağız yoksa çok mu donacağız? (İran ve Rusya'nın doğalgazımızı kesmeleri nedeni ile yayınlayacağı haberin girişinde, Birand'ın ağzından çıkan doğal kelimeler.)
  • Geliştik. Hem de çok geliştik. Doğalgaz, yemekler, sobalar, kaloriferler... (Türkiye'nin bu kaynak ile medeniyet atladığını ifade etmeye çalışıyor. Yemekler nerden çıktı onu anlamadım.)
  • Futboldan konuşalım biraz da. Ne yazık ki Osman Tanburacı yanımda... (Milli takımın kura çekilişini değerlendirecekler. Habere giriş bu şekilde yapılıyor. Osman Tanburacı da hala oturuyor. Otur Osman otur. Ne yazık ki seni izliyoruz.)
  • İster börek deyin, ister poğoça isterseniz de löpçük deyin. İyi gruba düştük. (Mehmet Ali Birand'ın verdiği söz ile Osman Tanburacı'nın ağzından çıkan cinaslı cinaslı laflardan biri.)
  • Hocam, çıtır maçları dışarıda oynayınca ne yapacağız? (Osman Tanburacı, telefonda Fatih Terim'e söylüyor. Fatih Terim de "Biz iyiysek, iyi gruba düşmüşüzdür. Kötüysek, kötü takıma düşmüşüzdür" dedi. Bundan yarım saat sonra TV8'i izledim orda da aynı lafı söyledi. Daha sonra da TGRT'yi açtım aynısını orda da söyledi ama bu sefer kamera karşısında. Biraz değişiklik olsa ne olurdu Fatih Hocam?)
Neyse, bu kadar zehir yeter...

Türk Rambo


Kurtlar Vadisi Kuzey Irak filminin basın mensuplarına özel davetine katıldım. Diziyi son 20 bölümdür ilgi ile takip ettiğimden dolayı filme de ilgim herkes gibi yoğun oldu. Zaten başka hiçbir güç, sabah 11'de gösterilecek bir film için Kadıköy'den Etiler'e gitmeme sebep olamaz.

Filmin içeriğinden çok fazla bahsedip de heyecanınızı öldürmek istemem. Prodüksiyon olarak gerçekten başarılı buldum. Sonuçta dizi ile yakından ilgili. Karakterler, senaryo, vb. olduğu gibi karşımızda. Ancak dizideki teknolojiden ve görsellikten uzak olan sahneleri burada pek göremiyorsunuz. Onun yerine gerçek ağır silahlar, patlama sahneleri ile sık sık karşılaşacaksınız.

Filmi izlerken çoğu yerde gururumu okşayan sahneler de gördüm ama Memati karakteri bazen sinema salonunda kahkahalar atmama neden oldu. Sanırım filmi izleyince siz de bana hak vereceksiniz. Asla gülmeyen bir adamın bu kadar komik olmayı başarabilmesi de ayrı bir yetenek zaten.

Basın gösterimi için Etiler Uptown seçilmiş ve bana sorarsanız son derece yanlış bir yer seçimi. Lüks olmak için yapılan rahat koltuklar nedense hoşuma gitmedi. Temiz değildi ya da bana öyle geldi. Sinema salonları konusunda benim tercihim Tepe Nautilus'tan yana. G-mall da olabilir ;)

Filmden çıktıktan sonra birisi size gelse dese ki "Ahan da bu Amerikan askeri", oracıkta boğazlayabilirsiniz. Çok hassas konuların kullanıldığı filmin, sadece bir film olduğu asla unutulmamalı. Diğer türlü, haftalıkları biriktirip Kuzey Irak'a kafalarına çuval geçirilen askerlerimizin intikamını almak isteyen gönüllü milisleri gazeteden okumak istemiyoruz.

Son olarak filmdeki güzeller güzeli hanım kızın gözleri de ayrı bir film konusu :$

Cuma, Ocak 13, 2006

Gizli kalmış resimler -1


canavar gibiydi yavrular. süt içtikten sonra
süt annenin hali kalmıyordu. hemen vitamin,
kalsiyum takviyesi yapıyorduk. canavarlar ya...



gözü kapalı buluyorlar memeleri.
pençeleri ile de tutuyorlar ve deli
gibi saldırıyorlar.



günlerce ses çıkarmadan husky yavrularına
kendi yavruları gibi baktı. sarıkızı asla
unutmayacağız. sıra kendi çocuklarında.

not: baştan söyleyeyim, klavyem bozuldu. o nedenle büyük harfleri yazmayacağım. hem de shift tuşum bozuldu :)

gelelim konumuza. bayramın ilk 3 gününü sakarya'da geçirdim. aile, akraba ziyaretleri derken güzel geçti. dinlendik biraz da. ama asıl mutlu eden şey, bu sayfalardan daha önce de yazdığım bir konu ile alakalı.

köpeğimizin yavrularına süt anneliği yapan, adını daha sonra sarıkız olarak koyduğumuz sokak köpüşümüzün çocukları oldu. ona verdiğimiz yemeklerden sonra, kendisi bilerek terk etmedi evimizi. şimdi bir bodrum katında kalıyor. yavrularına baktım hepsi de sağlıklı ve iri. tam 8 tane :)

şimdi gelelim arşivimizin tozlu fotoğraflarına. aşağıdaki resimler, güzeller güzeli bu süt annenin emeği ile yaşayan 7 tane yavrunun ölümsüz anı.

fazla yorum yapmadan o günlerden kalanları yayınlamak istiyorum. son sözüm ise, bu sokak köpeği, pet shoplar'da satılan binlerce dolarlık süslü köpeklerden çok ve daha çok kıymetli.

Pazar, Ocak 08, 2006

Cicitürk


İndirdiğim DivX filmleri izlemek için geniş ekran TV almıştım. Sağolsun bir yıldan fazla zamandır sayısız filmi büyük keyifle izledim. Ama son zamanlarda güzel TV dizileri olduğunu da duydum. Oturup netten indireceğime TV'den izleyeyim dedim ama bu sefer de anten konusunda bahtsız

Bu arada anten konusunda hep "bütün antenler beni bulur" derdim. Doğruymuş. Bulduklarımın hepsi adi çıktı. Koskoca TV'den faydalanamazken cicitürk'ün reklamı ile bu akıntıya kapılalım istedim. Web sayfası üzerinden kayıt oldum.

Aradan 3-4 gün sonra biri beni aradı ve sadece "Abi 6'sında sendeyiz" dedi. "Sen kimsin?" demeye kalmadan "Abi cicitürk'ten arıyorum" deyip kapattı :)

Gerçekten de 6'sında geldiler. Yani tam bir hafta sonra. Dedikleri saatte. Yarım saatte bağladılar gittiler. "Tamam mıdır? Şimdi izlemeye başlayabilir miyim?" dedim. Meğersem gidip açtırmaları gerekiyormuş ve akşama kadar sürermiş. Sadece TRT1 açıkmış. Akşama kadar TRT1 açık kaldı :)

Akşama doğru kanallar gelmeye başladı. O dizi bu dizi derken içinde kayboldum ekranın. Belgesel hastası olduğumu herkes bilir. Geceleri daha az uyumaya başladım. Bu cicitürk bana çok iyi gelmedi sanırım. Hayırlısı. Önerileriniz olursa dizi konusunda bana yazmanız yeterli.

Pazartesi, Ocak 02, 2006

Ziyaretçim olma, refakatçim ol!


Tam olarak buna benzer birşeydi :|

Pazartesi sabahında hangi şarkıyı duyarsanız, o haftayı da etkileyen şarkı, o oluyor sanırım. Sabah sabah radyodan yükselen ses; "Ziyaretçim olmaaaaa, refakatçiim ooolll". Hayırlısı diyerek çayımı aldım ve güne erken saatlerde başladım. Yapacak dünya kadar iş var. Ama şimdi işten bahsetmeyeceğim.

Haftasonu rüyalarımdan bahsedeceğim. Böyle rüyalara pek alışık değilim.

Cumartesi gecesi, uykuya dalıyorum ve gözlerimi açtığımda yanımda kocaman bir aslan duruyor. Öyle böyle değil. Kocaman aslan yahu :D Yelesi, tüyleri, dişleri, kokusu... Aslanı en yakından geçen sene Medrano Sirki'nde görmüştüm. Hani, yakınlarda belgesel falan izledim de etkisinde kaldım desem, yok. O da değil. Aslanı ilk gördüğümde tırsıyorum ve işte şimdi s*çtık diyorum. Ama daha sonradan köpeğim Shift gibi bana bakınca, tamam diyorum, arkadaş olabiliriz bu ufaklıkla. Evde türlü yaramazlıklar yapıyor. Bir ara evin kapısına misafirler korkmasın diye "Evde aslan var" diye yazsam mı diye de düşündüm. Bu olayların tamamı başka bir yerde değil, yatağımın hemen kenarında gerçekleşiyor. Yani uyandığım yerde.

Ertesi gece.

Rüyadayım... Erken kalkıp tıraş olmam gerektiğini görüyorum. Aynanın karşısına geçip ıslık çalarak tıraş olmanın keyfini çıkarırken traş bıçağını kaçırıp, bıyıklarımdan bir parça alıyorum. "Olamaz" deyip, hepsini kesiyorum. Bıyıksız halime bakıp, "İlginç oldu. Bıyıklı iken daha güzelmiş ama" demekten kendimi alamıyorum. Sonrasında, "Nasıl olsa rüyadayım. Uyandığımda böyle birşeyle de karşılaşmayacağım" diyorum. Hatta saymaya başlıyorum. 1,2,3... Maalesef uyanmıyorum. Hımm, gerçekmiş diyorum ve birkaç günde eski haline gelir diye kendimi tesell, ediyorum. Altı üst bir bıyık işte. Ne de olsa kökü bende :D

Sabah uyanıyorum ve ilk iş, bıyıklarıma dokunmak... Yerindeler :D

Son birkaç gündür nedir bu rüyalar anlamıyorum. Anneme sorsam, kesin üstün açık yatıyorsun diyecek. O nedenle en iyisi blog'a yazıp baki eylemek.