Pazar, Şubat 19, 2006

Bir Pazar günü... Ve ben...

Günlerden Pazar demek, düşüncelerimi anlatmakta eksik kalır herhalde. Bu Pazar'ı asla unutmayacağım. Sabahın erken saatlerinden başlayarak anlatıyorum...

İyi okuyun...


Sabaha karşı 4 gibi bilgisayarımı kapatıp yatağıma uzandım ve saniyeler sonrasında uyumaya başladım. Gözlerimi yeni kapadığımı sanmışken, birden sızlanmalarla uyanmaya başladım. Tam bir buçuk saat geçmiş ve güneş doğmadan 10 dakika önce, yani Shift'in çiş zamanının geldiğini de öğrenmiş oldum.

Tam uyanamadan kalktım ve Shift'in kaldığı bahçe, çamurlu olur diye üzerime gündelik bir şeyler giydim ve kapıdan çıktım. Kapıyı çekmemle aklımda "Acaba!!!" diye bir şimşek çaktı. Ceplerimi kontrol ettim hemen.

Olamaz...

Aklıma gelen başıma geldi. Anahtar içeride kaldı. Ev arkadaşım Cem de yok. Daha kötüsü, telefon yok cüzdan yok ve sadece elimde köpek maması, tasma ve berbat elbiselerim var.

Kapıyı zorladım. Camları kontrol ettim ama yok. İmkansız. Bari köpeğin çişini yaptırayım, derken de birşeyler düşünürüm diye koyuldum yola. Saat 6'ya geliyor.

Yolda biraz dolaştım, köpek de çişini yaptı. Hava aydınlandı o arada ve yoldan geçen genç birine "Telefonunuzu kullanabilir miyim?" dedim.

Düşünün bir kere. Elinizde canavar görünümlü bir kurt, üzerinizde kötü kıyafetler ve sabahın ilk ışıklarında telefon kullanmak istiyorsunuz yabancı birinden. İlginçtir, adam tereddüt etti ve o arada ben de numarayı ben vereyim siz çevirin dedim durumumu anlattıktan sonra. Cem'i aradı. Sonradan güvendi mi artık nedir, telefonu bana verdi. Telefon çalıyor da çalıyor ama Cem açmıyor. Nerde olduğunu bile bilmiyorum. Tam kapanmak üzereyken Cem'den "Alo" sesi geldi. Ona durumu izah ettim ve ofiste olduğunu hemen geleceğini söyledi.

Kapı önündeki bahçede köpekle oynarken Cem de geldi ama bu sefer de başka bir şüphe. İçeride kalan anahtar olunca dışarıdan da açılmıyor bizim kapı :) Yine düşündüklerim gerçekleşti ve Cem'le beraber neler yapacağımızı düşünmeye başladık. O saatte, Pazar gününün ilk saatlerinde bir çilingir bulmanın zorluğunu düşünürken ilginç bir yöntemle (burdan bahsedip de hırsızlara davetiye vermek istemiyorum) evime girebildim...

İlk işim üzerimdekilerden kurtulup yatağa sarılmak oldu :)

Gün bitmedi daha. Akşam da bir arkadaşımın daveti üzerine Tabu oynamaya gittik. İlginç konuşmalar da olmadı değil?

Takım arkadaşım: Ben nasılım?
Ben: Süper
.....

Ben - Ayşenur, kafasını (saç ve baş demek yasak) güzelleştirmek için nereye gidiyor? (kuaförden bahsediyorum)
Takım arkadaşım: .....

Takım arkadaşım: Sen ne yiyosun şu anda?
Ben: (Sadece çay içiyorum ama) Çay yiyorum...
....

ORdan kalkıp bir başka yere gittik ve daha bir kaç dakika önce telefonumun saatine bakıp masaya bıraktım ama bakıorum bakıorum telefon yok. Herkes kalktı, bir arkadaşımızı trene bindireceğiz ama benim telefon yok piyasada. Garsonu çağırdım acaba siz gördünüz mü falan derken, kameranın bizim msaya doru baktığını görüp kameradan kayıt mı alsak acaba diye de sordum ben (evet yaptım). O arada arkadaşlar gülerek, buyur telefonunu diyerek bana o günün en büyük şoklarından birini de yaşattılar.

Oradan da kalktıktan sonra arkadaşımızı Adapazarı trenine bindirdik Haydarpaşa'da ama diğer arkadaşlardan birinin isteği üzerine tren kalkana kadar da içinde kalalım istedik nostalji yapalım diye.

İçeride sohbet koyulaştı, o konu bu konu derken, yandaki trenin hareket ettiğini gördüm. İçi boş tren neden hareket eder diye düşünürken diğer tarafa bakınca hareket eden trenin bizimki olduğunu anladım. Yanımdaki arkadaşıma hemen koşmasını ve trenden atlamamız gerektiğini söyledim. Hareket eden trenden önce ben sonra da o atladı. İnanılmaz dı. Saniyeler sonra tren de kayboldu.

Sonra mı?

Evdeyim ve bu olanları bloga yazıyorum işte...

Pazartesi, Şubat 13, 2006

Shift




Köpeğim Shift'i mecburen yeniden İstanbul'a getirmek zorunda kaldım. Bilinmeyen bir gücün bana katkısı olmasa bunu başaramazdım. İşlerin yolunda gittiği nadir günlerden birkaç tanesini yaşadım bu sayede. Şöyle ki;

Köpeği Sakarya'dan İstanbul'a getirmek için ya özel arabanızın olması lazım ya da özel bir taşıma kafesi olması lazım. Shift, hayatta taşıma kabına girmeyeceğine ve benim de özel arabam olmadığına göre bu işi halletmek için Adapazarı - Haydarpaşa trenlerinde çözmek lazım diye düşündüm.

Trene binerken yolcuların "Lan bu da mı bizimle gelecek?" diye Shift'e baktıklarını görünce biraz tedirgin oldum ama tuvalet ve itaat eğitimi alan bir hayvancık olduğundan sorun olmaz diye düşündüm. Neyse, bir şekilde trene bindik ve hemen ayaklarımın dibine oturdu. Trenin içi felaket sıcak. Sıcaktan nefret eder Shift. Hemen uyudu tabi.

Bilet kontrolleri başlarken heyecan da başladı. Adam biletin her tarafına bakarken koskoca köpeği görmedi. Shift de put gibi durdu. Kımıldamıyor. En sonunda bunu bir şekilde görecek en iyisi ben söyleyeyim dedim ve "Bu arkadaşımız da geliyor ama sorun olmaz herhalde" dedim :)

Ana! Köpek! 4 milyon ver
Köpeği görür görmez tarife çalışmaya başladı. 4 milyon istedi. Sorun olmadan bunu da halletmiş olduk. Bunun adı rüşvet ya da başka birşey... Hatta arada sırada vagon içerisinden geçerken köpeğe "Pişt, cici köpek" demekten de kendini alamadı.

Hey, Taksi!
Haydarpaşa'da indikten sonra da taksiye almak için uğraş dur. Adamlara eğitimli olduğunu anlatana kadar dilimde tüy bitti. Sağolsun Mardinli bir taksici aldı ama yolda anlattıklarından sonra keike köpekle beraber Koşuyolu'na kadar yürüyerek gitseydim dedim. Mardin'in nasıl gelişeceğinden girdi teröristlerin bilinçaltında yatan fikirlerinden çıktı.

Bunu da atlattıktan sonra sıra geldi ev sahibine.

Şeyyy...
Kapısını çaldım ve "Şeyyy. Evimize yeni birisi daha geldi. Biraz bizde kalacak. Size de soramadık ama. Umarım sorun olmaz" dedikten sonra sağolsun o da sorun etmedi ve gerekirse kendisinin de köpekle ilgileneceğini söyledi.

Bakalım daha nasıl günler bekliyor Shift ile beni.

Görüntüler en kısa zamanda burda olur.