Pazartesi, Eylül 26, 2005

Sakarya'da haftasonu


Su değirmeni



Susuzluktan...
(Test ettim Nestle su ile aynı tadda)



Köyün en yüksekteki evi



Buz gibi...



Abisinin bitanesi...



:)



Minik köpüş, ısır bakalım.



Köy yolu ama asfalt.



:)



Su sesi...



Bilgisayardan uzak...



Düşüyorum :)



Hilal ve Hakan



Büyük fotoğrafçılar...

Sakarya'da Haftasonu
Dergiyi bitirdikten sonra, soluğu Sakarya'da aldım. Haftasonu hava pek de güzel değildi ama yine de körü körüne kardeşleri de alıp Sakarya'nın güney taraflarında kalan Çaybaşı - Değirmendere köyünü ziyarete gittik. Akrabalarımızı gördükten hemen sonra 3 kardeş ortadan toz olup fotoğraf makinemizi de alıp kendimizi yollara vurduk.

Köyün en tepesindeki eve çıkmaktı hedefimiz. Tam 2 saat sürdü. Anadolu'daki köyleri düşündük bir an. Bir köyün başından sonuna kadar gitmek en fazla 15 dakikanızı alır. Ama burası Sakarya. Karadeniz Bölgesi'nde olmasa da çok iz taşıyor. Gittiğimiz köyde de hep lazlar vardı zaten.

Burası çok yağış aldığında selden zarar görebiliyor. Belediyenin yaptığı beton köprüler tarumar olurken köylülerin yaptığı köprüler sapa sağlam. Tamam, çok sallanıyor ama kesinlikle güvenebilirsiniz.

Köyün en tepesindeki evde bir su değirmeni bulunuyor. Tamamen el yapımı bu değirmenin kinetik enerjisi inanılmaz derecede yüksek. Besleyen suyun bu değirmeni bu kadar şiddetle nasıl çevirdiğine biz de inanamadık. Teknoloji ilerlemiş olmasına rağmen bu değirmende bazen sıra görebiliyorsunuz. Arabalar ile gelip mısırlarını getiriyorlar ve biraz bekledikten sonra mısır ununu götürüyorlar.

Bu değirmene gelen suyun kaynağını 3 kardeş takip etmeye ve bulmaya karar verdik ama epeyce yol aldıktan sonra geriye dönüp baktığımızda biraz korktuk :) Bu keşfi bir başka haftasonuna bıraktık. Bu arada inanılmaz susadık. En yakın eve olan uzaklığımız belki 15 dakika. Hemen yanı başımızdan geçen ve değirmeni besleyen suyu içsek mi içmesek mi derken hemen yakından bakmaya başladık. Su pırıl pırıl. Bu suyun kirlenmesine olanak yok. İnsan elinin değmediği yerlerden kaynayıp geliyor. Kardeşlerin büyüğü olarak ilk denemeyi yapmak bana düştü. İlk birkaç yudumun tadı hala damağımda. Kıyaslama yaparsak, Nestle su ile aynı tadda ve yumuşaklıkta.

Köy içerisinde yaklaşık 200 fotoğraf çektik. Test için gönderilen Fuji S9500'i de bu şekilde daha yakından incelemiş oldum. Şu ana kadar kullandığım en iyi yarı profesyonel dijital fotoğraf makinesi. Fiyatı uygun olursa mutlaka alın.

Pazartesi, Eylül 19, 2005

Radyoaktif

Dün akşam bir arkadaşımı gördüğümde hatırladım geçmişi biraz. Ne günler geride kaldı. Üniversite yıllarında bir yandan kendi geçimimi sağlamak bir yandan da çok sevdiğim bir meslekte profesyonelleşmek için radyo programları sunuyordum. Radyoaktif, 94.0. Gece kuşağında yayın yapardım. 25 yıl içerisinde geçen en yoğun zamanlar da o zamanlar içerisindeydi.

Saat 22:00'da başlayan program 01:00'da biterdi. Dolunay'dı programın adı. Vaktin nasıl geçtiğini anlamazdım. Gecenin saat birinde radyodan çıkıp öğrenci evime giderdim. Uykuya dalmam saat 3'ü bulurdu. Sonra sabah 6-7 gibi kalkar okula giderdim. 1 yıl boyunca günde 3 saat uyku ile durdum. Ne yaptıysam da o yıllar içerisinde yaptım.

Bazen uyksuzuluğa fazla dayanamayarak öğle arasında okulda SAÜ Esenteme Kampüsü'nde piknik alanında 15 dakika kestirirdim. 15 dakika uyku için cep telefonunu kurar ve Sapanca Gölü'ne yüzlerce metre yukarıdan bakan aşağıda resmi olan yerde uykuya dalardım. O kadar çabuk uyurdum ki çimenler üzerinde, saatin çalması ile gözlerimi açmam bir olurdu. İlk gözümü açtığımda nerde olduğumu hatırlamazdım. Karşımda harika bir göl, yemyeşil ormanlar. Cennet gibi. Etrafa bakınıp telefonunun sesini de duydukça hemen derse yetişmem gerektiğini bilirdim.



Radyo programları beni asla yormadı. Aksine beni dinlendirdi. Daha önce de dediğim gibi ne öğrendiysem belki de o programların sayesinde öğrendim. Kariyerimi bile ona borçluyum desem abartmış olmam.

Öyle düşünün ki, 3 saniyem var bir insanı tanımak için. Hem de sesinden tanımak için. Canlı yayına aldığımız konuklarım vardı. İnsanlar birbirleri ile yarışırdı. Yarım saat telefonu ellerinden düşürmeyenler olurmuş. Bunu yine ziyarete gelen dinleyicilerim itiraf ederdi sonraları. Yüzünü görmediğiniz bir insanı, on binlerce insanın dinlediği saygın bir radyoda canlı yayına alarak, mizahi içeriğe sahip bir programda ona söz hakkı vererek, bir nevi direksiyonu ona teslim ediyorsunuz. Ona yaklaşımınız ve sorularınız çok önemli oluyor. Bu 3 saniyede karar vermeniz gerekiyor. O 3 saniyelerin tekrarı, belki de binlerce kez oldu.

Yaşım 25. Abartmıyorum ama yine de insanları kolay tanıdığıma inanıyorum. O 3 saniyelere çok şey borçluyum.

Radyoculuk yıllarında unutamadığım bir diğer olay daha var. Gecenin bir yarısı programımı bitirdim ve evin yolunu tutarken, arkamdan bir ses geldi. İsmimi söyledi bir bayan. Geriye döndüm, baktım ama tanımıyorum. Aylardır programı dinlediğini ve evden kaçtığını söyledi. Canlı yayında soranlara, kel, göbekli ve 1,55 boyunda olduğumu söylerdim oysa.

Ne mi oldu? Hanım kızı tıpış tıpış evine götürmek bana kaldı.

Radyo yıllarıma dair ne çok şey var anlatacak. Çoğunu dün gece Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü'nde hatırladık arkadaşımla. İyi ki de görümüşüm seni beyaz melek. Çok ama çok teşekkür ederim.

Pazartesi, Eylül 05, 2005

Evi kumruların basması

Koşuyolu'ndaki malikanemde sık sık karşılaştığım olaylardandır. Ne bulurlar benim evde anlamam. Önce mutfağa geldiler. Hatta 2 tanesi buzdolabın üstüne yumurta yaptı. Kış geldi kurtuldum derken bu sefer de havalanması için açık bıraktığım lazer korumalı penceremden içeri girmeye başladılar.

Şu anda bir fotoğraf makinesine sahip değilim ama teste gelen ürünlerden bir tane koparabilirsem en kısa zamanda fotoğraflarını çekip yayınlayacağım.

Bir de hemen karşıdaki komşuların diline de düştüm ben. İşe çıkarken, "Komşu o ne öyle sizin eve balkondan pencereden hep kumru giriyor?" diyorlar. Ben alıştım tabi artık. "Ha, onlar mı? Günah diye ellemiyoruz. Sevimli hayvanlar. Hadi iyi günler." demekle yetiniyorum.

Buzdolabın üzerine yuva yapan kuş, daha bir alem. Akşam dolaptan birşey alamadığım oldu nice zamanlar. Ya da usul usul yaklaşıyorum. Onu görmezden gelip başka yerlere bakıyorum. Daha sonra usulca kapıyı açıyorum ve alacaklarımı alıp yine başka tarafa bakarken usul usul uzaklaşıyorum ordan.

Nasıl bir anıları var bizim evde de ısrarla geliyorlar bilemiyorum ama sanırım bu sorunla bir süre daha devam edeceğiz. Allah'tan çiş yapmıyorlar hiçbir yere.